‘Engelle Yaşam’ başlıklı söyleşiyle SUBÜ Konuşmaları’nın 46’ıncı konuşmacısı olan Uzman Psikolog Serra Hoşcan Gülseren, özel gereksinimli bireylerin evlere kapatılmasının onların alternatif bir şeyler üretmelerinin ve telafi etmelerinin önüne geçerek durumlarını daha da kötüleştireceğini ifade etti.
Sakarya Uygulamalı Bilimler Üniversitesi (SUBÜ) tarafından düzenlenen SUBÜ Konuşmaları’nın 46’ıncı konuşmacısı ‘Engelle Yaşam’ başlıklı söyleşiyle Uzman Psikolog Serra Hoşcan Gülseren oldu. Moderatörlüğünü Engelsiz Üniversite Koordinatör Yardımcısı Dr. Öğr. Üyesi Didar Sarı Çallı’nın üstlendiği söyleşide özel gereksinimli bireylere yönelik olarak eğitim kurumlarında, toplumsal hayatta ve ailede geliştirilmesi gerek tutum ve bakış açıları, eğitim kurumlarının ve eğitimcilerin yapması gerekenler, devletin süreçteki rolü ve iş ortamlarında yapılabilecekler konuşuldu. Söyleşinin tamamı üniversitenin YouTube kanalı SUBÜ Haber’den tekrar izlenebiliyor.
Bakışlara dikkat edilmeli
Özel gereksinimli bireylerin ve ailelerin durumlarını kabullenebilme süreçlerinin geciktiğini ve bunun istenmeyen bir şey olduğunu belirten Uzman Psikolog Serra Hoşcan Gülseren, “Bir yandan da anlaşılır bir şey çünkü şok durumu söz konusu. Bir uzvunu kaybetmek gibi. Esasında bu bir kayıp ve yas süresi. Kimi birey donup kalıyor, kimi aşırı hareketli oluyor, kimisi ise inkâr ediyor. Burada adaptasyon ve uyum sürecinin özellikle eğitim kurumlarındaki ayağı devreye giriyor. Öncelikle bakışa dikkat edilmeli. ‘Bu çocuk ne tuhaf bir çocuk’ bakışından kaçınılmalı. Acıyan, kaçan ve korkan bakışlar engellenirse büyük bir adım atılmış olunur. Başka ailelerin özel gereksinimli bireylere bakışları da bu doğrultuda olmalı. Çünkü onlar nasıl bakarsa çocukları da o şekilde bakacaktır” diye konuştu.
Eksik olan biziz
Özel gereksinimli bireylerin eve kapatılmasının onların önüne engeller koymak anlamına geldiğini vurgulayan Gülseren, “Belki de o çocuk çok güzel basketbol oynayacak ya da resim çizecek. Onları eve döndürmek, alternatif bir şey üretmelerinin ve telafi etmelerinin önüne geçmek durumu daha da kötüleştirir. Estetik duygusu denilen şey mükemmel ve tam olana odaklı. Zihin birisinin parmağı eksikse onu tamamlamaya çalışır. Ancak özel gereksinimli birey zaten kendi durumuna alışmış ve uyum sağlamış durumdadır. Hatta bir yönü eksikken diğer yönlerini başka insanlardan daha çok geliştirmiş olabiliyorlar. Burada eksik olan aslında biziz. Çünkü onlar durumlarıyla yaşamaya ve mücadele etmeye alışmışken bizler alışık değiliz.”
Aspergerliler için dernek yok
Rehabilitasyona giden çocukların annelerinin benzer noktalarda gruplaştıklarını ve birbirilerini daha iyi anladıklarını söyleyen Gülseren, “Ancak daha münferit bir problemi olan çocuğun annesi yalnız kalabiliyor. Mesela asperger sendromuna sahip bireylerle ilgili bir dernek yok. Sakıp Sabancı’nın oğlu da özel gereksinime sahipti ve ona yardımcı olamamıştı. Engel durumu her an herkesin başına gelebilir. Zengin ya da yoksulun başına gelecek diye bir durum yok. Devlet artık makro ihtiyaçları karşılıyor. Önceden sorunun çözümü Türkiye’de yok diyerek yurt dışında çözüm arama durumu fazlasıyla olabiliyordu” ifadelerini kullandı.
Eğitim farkındalık oluşturur
İş hayatındaki özel gereksinimli bireylerin ücretlerden ziyade daha psikolojik, daha duygusal, kabul edilmeye ve aidiyet hissetmeye yönelik ihtiyaçlarının olduğunun altını çizen Gülseren, “İş yerinde de eğitim hayatında bahsedilen eksikliğin bir uzantısı ortaya çıkmış oluyor. Eğitim hayatında çok karşılaşmayınca süreç uzuyor. Yönetici ya da iş sahibi daha iş ortamını kurarken özel gereksinimli bireylere yönelik planlar yapıyorsa fiziki ortam hazırlıklarını ve işe alımları buna göre yapar. Personele de buna göre eğitimler verdirir. Ben bu yönde eğitim veren çok iş yeri tanımıyorum. Zaten eğitim hayatında alınamayan eğitimin iş yerlerinde verilmesine bakmak, buna bütçe ayırmak gerekiyor. Bu bir farkındalık oluşturacaktır.”